Merhaba! 🙂

Onlarca kelime öğreniyoruz, hikayeler okuyor, izlediğimiz içeriklerin bir kısmını ya da çoğunluğunu anlıyoruz ama konuşmaya gelince elimiz ayağımız dolanıyor, öyle değil mi? Bu yazıda bunu değiştirmenin yollarından sadece birini anlatan bir TED konuşmasını özetleyeceğim. YouTube’da karşılaştığım bu konuşmanın Türkçe altyazısı yoktu, hiç olmazsa Türkçe bir özeti bulunsun.

Marianna Pascal  Malezya’dan ve Güney Asya’nın diğer bölgelerinden öğrencileri olan bir hanım. Beş senedir, kendisine başvuranlara İngilizce’yi daha iyi  konuşmak üzerine dersler veriyor. Ders verdiği kişiler arasında Malezya’dan Faizal adında bir şirket sorumlusu da var ve bu öğrencisi, çok düşük seviyede bir İngilizcesi olmasına rağmen kendisini ifade ederken çekinmiyor.

Marianna, Faizal’ın seviyesine rağmen konuşurken kendine olan güvenine ve az kelimeyle derdini anlatabilme yetisine hayran kalıyor. Çünkü onun da bizim de bildiğimiz bir gerçek var ki İngilizce seviyesi fena olmadığı, hatta konuşma haricindeki alanlarda hatrı sayılır bir İngilizcesi olduğu hâlde konuşmaya gelince kalıveren birçok insan var. 

Faizal’ın bu güven ve becerisinin sebebini zikretmeden önce, Marianna konuşmasının arasında bir süre piyano kursuna gitmiş olan küçük kızından bahsediyor. Konuşmacımızın anlattığına göre Marianna’nın kızı piyano çalmaktan hiç hoşlanmamış çünkü çalarken hep ne kadar sayıda hata yaptığıyla ilgilenmiş.  Ayrıca ustaca çalınan bir piyano sesinin kulağa nasıl geldiğini biliyormuş ve bu aşamaya ulaşmak için çok çaba ve zaman gerektiği bahanesiyle piyanodan uzak kalmak istiyormuş. Bu durumla, bizim İngilizce konuşmaya çalışırken yaşadığımız duygusal durumun ne kadar çok benzediğinin farkında mısınız? Biz de, derdimizi anlatıp anlatamadığımıza değil, bize öğretildiği üzere anlatmaya çalışırken ne kadar hata yaptığımıza odaklanıyor, biz konuştuğumuzda bir İngiliz veya Amerikan aksanına benzemiyor ve benzemesi uzun sürecek diye vazgeçiveriyoruz.

Şimdi tekrar Faizal’a dönelim, daha doğrusu Marianna’nın Faizal’ın bunu nasıl yaptığını anladığı anısına. Bir gün Marianna, bilgisayarı kırıldığı için internet kafeye gitmek zorunda kalır. İçerisi oldukça kötü kokuyordur ve ergen yaşta, video oyunları oynayan erkeklerle doludur. Oturduğu masanın hemen yanındaki genç dikkatini çeker; onun yaptığı şey de kafedeki birçok diğer genç gibi video oyunu oynamaktır. Genç, yüzünde bir gülümsemeyle, oldukça acemice oyundaki “kötü adamları” öldürmeye odaklanmıştır. Çok ateş edip az isabet ettirebilmesine ve o sırada kendisini arkasında üç arkadaşının izliyor olmasına rağmen genç asla istifini bozmadan kalan “kötü adamları” öldürmeye devam eder. O an Marianna der ki “İşte bu!” “Faizal’ın derdini çekinmeden anlatabilmesinin, kızımın ise piyano çalmaktan köşe bucak kaçmasının sebebi bu.” Çünkü “Video oyunu oynayan genç, karşısındaki oyuna ve ulaşmak istediği sonuca odaklıdır, bu yüzden o sırada yaptığı hatalardan ya da birilerinin onu yargılayacak olmasından korkmaz, çekinmez.” Oysa kızı, çalmaya çalışırken notaların gerçek notalara ne kadar benzediğine değil, kaç nota yanlış çaldığına ve bunlar fark edilirse ayıplanacağı düşüncesine odaklanmıştır ve bununla kendi kendisinin moralini bozuyordur. İlk bakışta, internet kafedeki gencin umursamaz tavrını aşağılama eğilimimiz olsa da, biraz daha düşündüğümüzde bu tavrın konuşma esnasında uyguladığımızda karşımızdakini anlamaya ve ne kadar yargılanacağımızdan çok iletişim kurmaya odaklanmaya yarayabileceğini görmek mümkün. Ve bu, kendimizden daha çok iletişimi önemsediğimizin bir göstergesi olabilir.

Marianna konuşmayı bitirmeden önce, düşük bir İngilizce seviyeniz de olsa, bazen sizden çok daha iyi seviyede birinden daha anlaşılır konuşmanızın mümkün olduğunu ise son olarak şu örnekle anlatıyor: Malezyada yaşadığı sırada bir gün doktoru, reçetesine omega ilacı yazar. Marianna eczaneye girip raflara göz gezdirir ama hangi çeşit omega alması gerektiğine dair bir fikri yoktur. Böyle olunca eczanede çalışan görevlilerden birine yönelir, o yaklaştıkça çalışanın göz bebekleri büyümüştür ve korkarak bakıyordur. “O bakışı tanıyordum” diyor TED konuşmacımız, “o bakış, yeterince harika bir İngilizcem yok ve az sonra yerli birisiyle İngilizce konuşacağım telaşının bakışıydı.” Görevlinin yanına gidip durumu anlattığında, aldığı cevap hızlıca ve detaylıca omega türlerinin detaylarıyla beraber anlatılmaya çalışılması olur ama görevli konuşmayı bitirdiğinde Marianna’nın hâlen hangi Omega’yı alacağına dair bir fikri yoktur. Sonra diğer görevliye yönelir, onun İngilizce’sinin daha düşük seviyede olduğunu da önceden biliyordur. İkinci görevli, bozuk bir gramerle ama gayet net bir yönlendirmeyle, iki tür omega olduğunu; birinin kalp diğerinin beyin için verildiğini söyler ve Marianna nihayet iletişim kurabilmiş, sonra da ihtiyacı olan ilacı alarak eczaneden ayrılabilmiştir. Aynı zamanda bir eğitmen olan konuşmacımız, eczaneden ayrıldıktan sonra zihninde bu iki diyaloğu karşılaştırdığında, kendisine odaklanan kişinin iletişimde başarısız olduğunu, anlamaya ve anlaşmaya odaklananın ise az kelime bilse de, lehçesi olsa da başarılı olduğunu bir daha görmüştür.  

Videonun kendisine ulaşmak için şuraya tıklayabilirsiniz. Bol anlamalı ve anlaşmalı iletişimler dileğiyle, bir sonraki yazıda görüşmek üzere! 😊