Türkçedeki karşılığı öbek fiiller olan phrasal verbs konusunu ele alacağız. Öbek fiiller günlük hayatta sıkça kullanılır, bu sebeple konuya ne kadar hakim olursak günlük konuşmaları da o kadar iyi anlarız.
Phrasal verbs, bir fiilin yanına bir edatın gelmesiyle oluşur. Gelen edat, fiilin anlamını tamamen değiştirerek yeni bir anlama bürüyebilir, kimi zaman ise fiilin normaldeki anlamına yakın bir anlam yükleyebilir.
Hemen ‘give up’ öbek fiilini ele alalım:
give up phrasal verb ü vazgeçmek anlamına gelir, vermek anlamına gelen give fiili ve onu takip eden yukarı anlamına gelen up edatının bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ve artık yeni bir fiil olmuş, vermek anlamından tamamen uzaklaşılmıştır. İşte öbek fiiller bu şekilde oluşur.
Bu yazımızda sizlere en yaygın olarak kullanılan 45 phrasal verb’ü aktaracağız.
Sizlerle paylaşacağımız öbeksi fiillerin birden fazla anlamı olabiliyor, sizlerle bu öbek fiillerin en çok kullanılan anlamlarını paylaşacağız.
- blow up → patlamak, patlatmak
- break down → bozulmak
- break up → ayrılmak
- call off → iptal etmek
- carry on → devam etmek
- catch up → yakalamak
- cheer up → neşelenmek
- come across → karşılaşmak
- come up with → bulmak (fikir vb.)
- count on → güvenmek
- figure out → anlamak
- fill in → doldurmak
- get along → geçinmek (birbiriyle)
- give up → bırakmak, vazgeçmek
- go on → devam etmek
- hang up → telefonu kapatmak
- hold on → beklemek
- keep up with → ayak uydurmak
- let down → birisini hayal kırıklığına uğratmak
- look after → bakımını üstlenmek
- look forward to → dört gözle beklemek
- pass away → vefat etmek
- pass out → bayılmak
- pick up → toplamak
- pull over → kenara çekmek
- put down → bırakmak
- put off → ertelemek
- put on → giyinmek
- put up with → birine / bir şeye katlanmak
- run out of → bir şeyin bitmesi, tükenmesi
- take away → alıp gitmek
- take off → giysi çıkarmak, havalanmak (uçak)
- throw up → çıkarmak (kusmak anlamında)
- try on → üzerinde denemek
- turn down → reddetmek
- turn on / off → elektronik bir aracı açmak / kapatmak
- warm up → ısınmak
- watch out → dikkat etmek
- work out → spor yapmak
Hadi şimdi bunların hepsini bir de cümle içinde görelim:
- My dad blew up at me when he saw the bill. → Babam faturayı görünce bana patladı.
- Our car broke down and we had to push it. → Arabamız bozuldu ve onu itmek zorunda kaldık.
- She’s just broken up with her boyfriend. → Erkek arkadaşından daha yeni ayrıldı.
- The game was called off because of the bad weather. → Maç kötü hava nedeniyle iptal edildi.
- Carry on with your work while I’m away. → Ben uzaktayken sen işini yapmaya devam et.
- Go on ahead. I’ll catch up with you. → Devam edin. Ben size yetişeceğim.
- She was sick so I sent her some flowers to cheer her up. → O hastaydı, bu yüzden onu neşelendirmek için ona çiçek gönderdim.
- She came across some old photographs in a drawer. → Çekmecede bazı eski fotoğraflara rastladı.
- She came up with a new idea for increasing sales. → Satışları artırmak için yeni bir fikirle çıkageldi.
- You can always count on Michael in a crisis. → Bir kriz durumunda her zaman Michael’a güvenebilirsin.
- It takes most people some time to figure out new software. → Çoğu insanın yeni yazılımı çözmeleri biraz zaman alır.
- Please print the agreement, fill it in, sign it and send it back. → Lütfen sözleşmeyi yazdırın, doldurun, imzalayıp geri gönderin.
- I don’t really get along with my sister’s husband. → Gerçekten kız kardeşimin kocasıyla anlaşamıyorum.
- She didn’t give up work when she had the baby. → Bebek sahibi olduğunda işini bırakmadı.
- She hesitated for a moment and then went on. → Bir anlığına tereddüt etti ama sonra devam etti.
- He started shouting so I hung up. → Bağırmaya başladı, bu yüzden ben de telefonu kapattım.
- Can you hold on? I’ll see if he’s here. → Hatta bekleyebilir misiniz? Bir bakayım burada mı?
- Technology changes so fast, it’s hard to keep up with it. → Teknoloji o kadar hızlı değişiyor ki ona ayak uydurmak zordur.
- My children would never let me down. → Benim çocuklarım beni asla hayal kırıklığına uğratmaz.
- I need someone to look after the children while I’m at work. → Ben işteyken çocuklara bakacak birisine ihtiyacım var.
- I look forward to hearing from you. → Sizden duymayı dört gözle bekliyorum.
- She’s terribly upset because her father passed away last week. → Babası geçen hafta vefat ettiğinden dolayı feci şekilde morali bozuk.
- He passed out from the heat. → Sıcaktan bayıldı.
- She went over to the crying child and picked her up. → Ağlayan çocuğun yanına gitti ve onu yerden kaldırdı.
- She saw the ambulance coming up behind her and pulled over. → Ambulansın arkasından geldiğini gördü ve arabasını kenara çekti.
- Put that knife down before you hurt somebody! → Birine zarar vermeden önce indir o bıçağı!
- I can’t put off going to the dentist any longer. → Dişçiye gitmeyi artık daha fazla erteleyemem.
- Hurry up! Put your coat on! → Acele et! Montunu giy!
- I don’t know how Angelina puts up with Brad. → Angelina’nın Brad’e nasıl dayandığını bilmiyorum.
- I’ve run out of milk / money / ideas / patience. → Sütüm / param / fikirlerim / sabrım bitti.
- Two burgers to take away, please. → İki hamburger paket olsun, lütfen.
- He took off my wet boots and made me sit by the fire. → Islak botlarımı çıkardı ve beni ateşin yanına oturttu.
- The plane took off an hour late. → Uçak bir saat geç kalktı.
- The smell made me want to throw up. → Koku midemi bulandırdı.
- Try the shoes on before you buy them. → Satın almadan önce ayakkabıları dene.
- Why did she turn down your invitation? → Senin davetini neden reddetti?
- I’ll turn the television on / off. → Televizyonu açacağım / kapatacağım.
- If you don’t warm up before exercising, you can injure yourself. → Eğer egzersizden önce ısınmazsan, kendini incitebilirsin.
- Watch out for thieves round here. → Buralarda hırsızlar konusunda dikkatli ol.
- I try to work out twice a week. → Haftada iki kez egzersiz yapmaya çalışıyorum.
- Quick! Put on your raincoat. It’s started to rain. → Çabuk! Yağmurluğunu giy. Yağmur yağmaya başladı.
- I don’t know where my keys are. I have to look for them. → Anahtarlarımın nerede olduğunu bilmiyorum. Onları aramak zorundayım.
- The firemen weren’t able to put out the fire in İstiklal Street. → İtfaiyeciler İstiklal Caddesi’ndeki yangını söndüremediler.
- It’s not dark yet. Can you turn off the light, please? → Henüz hava kararmadı. Işığı kapatabilir misin, lütfen?
- It’s so loud here. Can you please turn down the music? → Burada çok gürültü var. Lütfen müziği kısar mısın?
‘İngilizce Phrasal Verbs’ yazımız bu şekildeydi. En yaygın kullanılan 45 öbeksi fiili sizlere aktarmaya çalıştık. Phrasal Verbs konusu ile ilgili anlayamadığınız herhangi bir nokta varsa, yorumlara yazmanız yeterli olacaktır. Yorumlara bıraktığınız soruları yanıtlayarak konuyu daha iyi kavramanıza katkıda bulunmaktan mutluluk duyarız. Herkese iyi çalışmalar diliyoruz.