Bu yazımızda sizlere YDS Modals konu anlatımı yapacağız. Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavı, gramer, kelime ve okuma ağırlıklı bir sınavdır. Gramer konularından doğrudan ya da dolaylı olarak sorular gelmekte. Bu sebeple bu yazımızda YDS’de karşılaşabileceğiniz Modal fiillere yer verdik.

Modal fiillerin Türkçe karşılığı Kipler’dir. Kiplerin cümle yapıları oldukça basittir ancak her bir modal fiil farklı bir anlam taşır. Bu yüzden de bu konuyu iyi bildiğimizde çeviri sorularında, cümle tamamlamada, paragraf sorularında zorlanmadan modal fiillerin cümleye kattığı anlamı çözebiliriz.

Hazırsanız modal fiillerin tanımıyla konumuza başlayalım!

MODALS / Kipler

Modal fiiller İngilizcede çok sık kullanılan bir yapıdır. Bununla birlikte öğrenmede güçlük çektiğimiz konuların başında yer alır. Bunu kolaylaştırmak için modalları kullanım alanlarına göre ayrı ayrı ele alacağız. Öncelikle Türkçesi kip olan modal nedir ona bakalım.

  1. Modalların -ing formları yoktur.
  2. Modal fiillerin ardından mastar halinde fiiller gelir.
  3. Anlamları bulundukları bağlama göre değişir. Anlamlarını içinde bulundukları bağlam belirler.

1- Ability (can, could, be able to)

Bir modal, duruma göre anlam kazanabilir demiştik.

He can speak 5 languages. / 5 dil konuşabiliyor.(present)
He could speak 5 languages. / 5 dil konuşabilirdi.(past)
  • We can see the sea from our garden. / Bahçeden denizi görebiliyoruz. (present)
  • We could eat what we wanted when we were in Istanbul. / İstanbul’dayken ne istersek onu yiyebiliyorduk. (past)

Gördüğünüz gibi could, can modal fiilinin past yani geçmiş biçimi olmakla beraber geçmişte sık sık yapabildiğimiz olayları anlatmak için kullanılır. Bu anlamda was able to yapısından kullanım olarak ayrılır.

be able to: is / are able to ve geçmiş hali was / were able to

Bu yapıyı, “specific” dediğimiz özel bir duruma ait, üstesinden gelebildiğimiz olayları anlatmak için kullanırız.

  • Nobody was able to answer the question but I was. (Bu örnekte sınıfta soruyu ben im dışında kimsenin cevaplayamadığını görüyoruz.)
  • After the quake only my father was able to survive. (Bu cümlede “was able to” kullanmayı tercih etmeliyiz. Eğer could kullanmış olsaydık, o zaman anlam past habit ifade edebilirdi. Depremden sağ olarak kurtulmak sık sık gerçekleşen bir olay olamaz. )

Örneğin;

  • Mozart could play very well. (Bu örnekte could kullanmamızın nedeni, çalma eylemini Mozart’ın bir alışkanlık haline getirmesidir.) -repeated action in the past-

Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki could yapısını, general ability in the past gerektiren durumlarda kullanırız. Hemen örnekleyelim:

  • We could live with very little money when we were in the village.
  • When we were children we could do what we wanted. (not specific / repeated action in the past)
  • I was able to swim across Lake Van. (specific achievement, single action)

Olumsuz couldn’t ise her durumda mümkündür.

  • We tried hard but we couldn’t save enough to go on holiday. or We tried hard but we weren’t able to save enough to go on holiday.
  • When I was a child, I couldn’t speak 5 languages.
  • Denny Williams couldn’t beat Mike Tyson in the last round.
  • I did my best but I couldn’t get a university degree. or I did my best but I wasn’t able to get a university degree.

present be able to ile can arasında önemli bir fark yoktur.

  • I’m able to swim. = I can swim.
  • They are able to come now. = They can come now.

!! Fakat unutmayın, was/were able to ve could birbirinden farklıdır.

Son olarak, be able to yapısını can‘in aksine birçok tense ile birlikte kullanabiliriz. Fakat can, present, future dışında kullanılamaz.

  • I haven’t been able to go out recently. (present perfect)
  • After the quarrel, I haven’t been able to sleep well. (present perfect)
  • When my father comes next week, we will be able to go to my uncle. (future present)
  • He had been able to drive for four years when he finally had driving license. (past perfect)

2- Possibility / Probability

“Can” probability anlamında nadiren kullanılabilir ve kullanıldığı zaman emin olma durumu hayli yüksektir. Yine de “could” probability anlamında daha sık kullanılır.

  • Look at the man. Oh, he can be our new teacher. (Burada adamın giyinişi bizim tahminde bulunmamızı sağlar.)
  • The phone is ringing. It could be Ali. (not can) (Emin değiliz.)
  • Where is Dennis? She could be at home. (%50 olasılık var.)
  • Our friends could be hungry after school, let’s prepare something for them. (%50 olasılık var.)

Bu örneklerde “could” present ve emin olma seviyesi %50 civarındadır. Burada could yerine, may, might da kullanılabilir. Yalnız might olasılık olarak could ve may’den biraz daha düşüktür.

Where is Jim?He could/ may / might be in his room.present
Have you seen Martha?No, she may/ might / could be sleeping in her room.present
Do you believe her? Not, exactly, he might/ could / may be lying. present

must ise kesinlik (certainty) açısından daha yüksek bir olasılık ifade eder.

  • Look at the way he spends. I’m sure he must be very rich.
  • A: He is an honest man. B: Honest! You must be kidding. He is complete liar.
  • He teaches at the university. He must be satisfied with teaching.
  • The lights are on. They must be at home. (%90 emin)
  • A: Where is Alex now? B: He has just left for his hometown. He must be driving at the moment. (Henüz ayrılmış olan Alex’in araba sürüyor olması % 90 ihtimaldir.)

Ancak olumsuz yapısına geldiğimizde could, may ve might’tan ayrılır. Böylece anlamdaki certainty (kesinlik) artar.

  • Ali is in his office. He can’t be in his office I saw him. (%99 imkansız) (might not veya may not olamaz)
  • A: Can he lend me some money? B: I have no idea he may lend or may not lend. (%50)
  • A: Can he lend me some money? B: I’m sure he can’t lend you any. (%99) Because he is broke.
  • A: Suzie says she will marry Tom. B: she can’t marry him. she doesn’t love him.
  • A: Does she love him? B: Maybe, she might love him. or She might love him. (%50)
  • A: Will she come tomorrow? B: She can’t come tomorrow. (%99)

A) Strong Probability

can’t have + V3

must have + V3

Eğer oldukça eminsek ve context (past) perfect bir yapı gerektiriyorsa:

  • The lights are off. They all must have slept. / Işıklar kapalı. Hepsi uyumuş olmalı. (Strong probability- Güçlü olasılık)
  • She is a very qualified teacher. She must have graduated from a good university. (İyi bir üniversiteden mezun olmuş olmalı.) (Strong probability)
  • He injured his head when he fell off the bike. He must not have won a helmet.
  • When he died, he must have been using the drugs for ten years. (Öldüğünde o ilaçları 10 yıldır kullanıyor olmalı.) (Strong probability)

B) Slight Probability

could / might have + V3

Eğer past bir olay hakkında fazla bir bilgiye sahip değilsek kullandığımız yapı budur.

She still hasn’t arrived. She may
might
could
have moved the bus. (Slight Probability- Düşük olasılık)
The post has come this morning. Itmay
could
might
have been sent last Sunday. But not sure. (Geçen pazar gönderilmiş olmalı.)

C) Impossibility

can’t / couldn’t have + V3

  • Don’t accuse her of stealing the money. She can’t have stolen it. She is one of the most honest people I have ever known. (Onu parayı çalmakla suçlama. O çalmış olamaz. O, tanıdığım en dürüst insanlardan biri.)(Impossible-İmkansız)
  • He claims studying a lot. He can’t have studied a lot. Otherwise, he wouldn’t have got zero. (Çok çalıştığını iddia ediyor. Çok çalışmış olamaz yoksa sıfır almazdı.)

D) Unfulfilled Action

may / could / might have + V3

Yerine getirilmemiş olay dediğimiz bu yapı, yapmaya imkanımız varken herhangi bir nedenden dolayı yerine getirmediğimiz olayları anlatmak için kullanılır.

  • I had nothing to do yesterday. I could have gone out but I preferred to stay at home. (Dün yapacak bir şeyim yoktu. Dışarı çıkabilirdim ama evde kalmayı tercih ettim.
  • I could have been a doctor but I decided to be a teacher. (Doktor olabilirdim ama öğretmen olmaya karar verdim.)
  • She broke the dishes. Her mother may / might / could have argued with her. Luckily, she just warned her to be more careful. (Annesi ona kızabilirdi ama kızmamayı, uyarmayı tercih etti.)
  • I could have been a famous singer if I wanted, but I preferred to be an ordinary musician. (İsteseydim ünlü bir şarkıcı olabilirdim ama sıradan bir müzisyen olmayı tercih ettim.)
  • Henry was dismissed from his job as he is addicted to alcohol. If he weren’t addicted to alcohol, he could have had a very important status in his company. (Eğer alkol bağımlısı olmasaydı Henry işinde çok önemli bir yere sahip olabilirdi.)

3- Advice

Should

Bu yapı, -meli, -malı anlamına geliyor ama bu kipi zorunluluktan ziyade tavsiye verirken kullanılırız. 

  • You should care for your health more.
  • You should revise more when writing.
  • You should be polite to customers. You shouldn’t be rude.

Shouldn’t

Yapmamalısın, yapmaman senin için daha faydalıdır anlamını verir.

  • You shouldn’t eat before going to sleep. (It’s up to you to eat, but it is advisable not to do so.)
  • You shouldn’t believe everything people say. (It wouldn’t be wise to listen to everyone, sometimes they mislead you.)

Had better

Bu yapı, should ile kısmen aynı anlama gelmesine rağmen yaptırım olarak ondan biraz daha kuvvetlidir. Aksi takdirde yani tavsiyeye uymadığı zaman sonuçları biraz kötü olabilir anlamı verir.

Örneklerimize bakalım:

  • We had better hurry up. We will miss the bus. (Catching the bus is very highly urgent for us. If not, we will be late for the meeting.)
  • You had better obey the rules here. (There is no other way than to obey the rules. If you don’t, you will have problems.)
  • She had better not say anything more. The teacher may get angry.
  • You keep coughing. You had better give up smoking, or you will risk your health.
  • A: Are you coming out at the weekend? B: I had better not. I have a lot of homework to do.
  • You look extremely tired. You had better not drive, otherwise you may have an accident.

Ought to

Should’a çok yakındır. Yalnız anlam olarak bir görev veya sorumluluğu yerine getirmeyi öğütler. Bu kalıbın olumsuz hali ought not to + Verb1‘dir.

  • We ought to grow more trees. (Most people think so.)
  • We ought to help the old. We ought to respect them.
  • We ought not to (negative form) prefer driving single cars instead of public transportation. (expected behaviour)

Should be doing

Bu modal, şu an yapılmakta olan eylemi onaylamadığımızı veya başka bir eylemde bulunuyor olması gerektiğini belirtmek için kullanılır.

A: Where is your sister?
B: She is sleeping.
A: Oh, she should be tidying her room instead of sleeping now.

Bu örnekte olduğu gibi odasını düzenlemesi gereken kız kardeşinin uyuduğunu görüyoruz, ve uyumak yerine odasını temizlemesi gerektiğini bu yapıyla ifade ediyoruz.

  • The children are playing football in the street full of cars. They should be playing in the school garden or they shouldn’t be playing in the street.

Gördüğümüz gibi, yapılması gereken eylemin yerine konuşmacıya göre uygun olayan diğer bir eylem süregelmektedir. Okul bahçesinde oynaması gereken çocukların arabalarla dolu caddede oynadıklarını anlıyoruz.

  • I can’t walk on the pavement because of the parked cars. People shouldn’t be parking here. Instead, they should be parking in the parking slot.

Gördüğümüz gibi, kaldırıma park edilmiş arabalar rahatsızlık yaratmaktadır. Sürücülerin kaldırım yerine park alanına park etmeleri gerekmektedir.

Should have done

Tamamlanmış olaydan hoşnut olmadığımız durumlarda kullandığımız bir yapıdır. Bu yapı ile yapılmış eylem yerine başka bir eylem yapılmasını tercih ettiğimizi vurguluyoruz. Fakat tercih ettiğimiz eylem yapılmamıştır.

  • As I overate during the dinner, I feel indigestion now. So, I should have eaten less.

Gördüğümüz gibi, akşam yemeğini çok kaçırdığımız için rahatsızlık duyuyoruz ve bir anlamda kendimizi eleştirerek daha az yemek yemiş olmamız gerektiğini belirtiyoruz.

  • A: I had flat tyre and couldn’t reach my destination. B: You should have checked the condition of your tyres before setting out. But you didn’t.

Speaker A lastikleriyle bir sorun yaşamış ve yolculuğunu tamamlayamamıştır. Speaker B, ‘Yola çıkmadan önce lastiklerinin durumunu kontrol etmeliydin’ demektedir. Gördüğümüz gibi, Speaker B, A’ya karşı bir eleştiri dile getirmektedir.

  • He didn’t wear seat belt and was badly injured in the accident. He should have worn seat belt.

Kazada yaralanan şoförün emniyet kemerini takması gerektiği halde takmadığını anlıyoruz.

  • Mary spoke to her friends so rudely that they were offended. She should have spoken in a kind way. In other words, she shouldn’t have spoken so rudely towards her friends.

Arkadaşlarına karşı daha nazik konuşmalıydı ya da onlara karşı kaba bir şekilde konuşmamalıydı.

4- Suggestion (could, shall, might, can, may)

Öneride bulunurken kullandığımız bu modal filleri örneklendirelim:

  • I’m bored. We could go to the cinema.
  • Shall we go out tonight?
  • I don’t like soup. You might / could / can / may try another one.

Bu örneklerde görüldüğü gibi, birçok modal bize teklif önerme aşamasında yardımcı olur. Ama bu modallar içinden could daha yaygın olarak kullanılır.

  • What shall we do tonight? We all could go out.
  • A: There is very good film at the Odeon. B: Oh, We could / can / may / might go to see it at the weekend then.

Let’s, why don’t we / you …; How about…; shall we / I …; It would be better if we … gibi yapılarla da teklif getirebiliriz.

  • A: There is a very good film at the Odeon. B: Oh, let’s go to see it at the weekend then.
  • Why don’t we go to see it?
  • How about seeing the film at the weekend?
  • It would be better if we went to see it at the weekend.
  • A: Shall we go out tonight? B: Ok! That will be fine.

5- Obligation (must, have to)

  1. I must study tonight. This is my last chance.
  2. I have to study tonight. Because, my father has warned me to study more.

Bu iki cümle arasında çok önemli bir fark olmamasına rağmen 1. cümlede kendimiz çalışma ihtiyacı duyarken 2. cümlede sadece çalışmak zorunda olduğumuz için, aksi takdirde sonuçlanmak zorunda kalacağımız için have to kullanırız.

  • You have to obey the rules here. (Burada must kullanamayız. Çünkü kurallara uymama gibi bir alternatife sahip değiliz.)
  • I have to see the doctor twice a week. (Doktor böyle olmasını ısrarla istiyor.)
  • I must pay the phone bill. (Ödemezsem kimse bana yaptırım uygulamaz ama zorunda hissediyorum.)
  • The workers have to arrive at the factory until 8.30. (Değişmez bir programlama)
  • They say there is a concert at the National Square. Oh, I must go and buy a ticket. (Benim için çok önemli ve bu benim tercihim.)

Have got to

Have to ile arasında önemli bir fark yoktur. Daha çok konuşma dilinde kullanılır. Unutmayın! “must” past anlamında “had to” ya dönüşür veya context içinde değişmeden de kullanılır.

  • I must go now. He said he had to / must go then.
  • I must hurry up. He said he had to / must hurry up.

Dikkat! “Must” olasılık ifade ederken değişmeden kalır.

  • You must be our new teacher. He guessed that I must be their new teacher.
  • He got a present in his birthday. He must be very happy at the moment.
  • Your book must be very exciting. He said that my book must be very exciting.

Absence of Necessity in the Present (don’t have to, don’t need to, needn’t)

Bu kalıbı kullandığımız yerlerde zorunluluk ortadan kalkmış, eylemi yerine getirme zorunluluğumuz yoktur.Aralarında hiç bir fark yoktur ve birbirlerinin yerine kullanılabilirler. Ama unutmayalım context present’tır.

  • I’m off tomorrow. I don’t have to / don’t need to / needn’t work.
  • He doesn’t have to / don’t need to / needn’t get up early but he always does.
  • You don’t have to / don’t need to / needn’t join the army if you are an American citizen.
  • He doesn’t have to / don’t need to / needn’t earn his living as his father is extremely wealthy.

Görüldüğü gibi yukarıdaki örneklerde herhangi bir zorunluluğumuz yoktur, yapıp yapmamak tamamen bize kalmıştır.

Absence of Necessity in the Past (didn’t have to, didn’t need to, needn’t have done)

Yukarıdaki örnekler present iken, şimdi past örneklere bakalım.

  • You needn’t have done the shopping. / Alışveriş yapmana gerek yoktu. (ama yaptın!)
  • You didn’t have to do the shopping. = You didn’t need to do the shopping.

Bu iki cümle arasında anlamca present iken hiçbir fark yok, ancak past olunca hayli önemli bir fark vardır. Birinci cümlede alışveriş başka biri tarafından zaten yapılmış olmasına rağmen ikinci bir kişi tekrar alışveriş yapmıştır. İkinci ve üçüncü cümlede kişi alışveriş yapmak zorunda değildir ve yapıp yapmadığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz.

  • A: I drove all the way to see her. Where is she? B: You needn’t have driven all the way to see her. She is not here. (Bütün yolu gelmemeliydin ama geldin.)
  • I know that he wouldn’t come. But I waited for him. I needn’t have waited for him. (Gelmeyeceğini biliyordum ve beklemem gerekmediği halde bekledim.)
  • They said the concert was cancelled. We went there, though. We needn’t have gone there as it was cancelled. (Gerekli değildi ama gittik.)
  • As it was holiday he didn’t have to wake up early. (Tatil olduğu için erken kalkmak zorunda değildi, muhtemelen kalkmadı, kalktıysa bile bu konuda kesin bilgimiz yok.)
  • My father did the shopping. I didn’t have to / didn’t need to do the shopping. (Babam alışverişi yaptığı için alışveriş yapmama gerek yoktu ve yapmadım.)
  • We didn’t have to move to the house as the rent remained the same. (Kira artmadığı için evi taşımak zorunda kalmadık.)

6- Prohibition

“mustn’t” ve “don’t have to” birbirlerinden ok farklıdır. “Mustn’t” yasaklama bildirirken “don’t have to” gereği yok, yapmak zorunda değiliz gibi bir anlam katar.

  • You mustn’t smoke here. It’s forbidden.
  • You mustn’t park here. It is not allowed to park here.

Bazen mustn’t / must = strong advice dediğimiz bir anlam da taşıyabilir. Örnekleyelim;

  • You mustn’t smoke. You ruin your health. (A friend to his friend)
  • You mustn’t tell people about your private affairs. (Advice to someone)
  • You mustn’t talk to him so rudely. He is older than you. (Advice)
  • You must be careful about others’ feelings. You easily hurt them.
  • As a scientist, you must respect different opinions. (A colleague to his friend)

7- Request

Birinden bir şey isterken kullandığımız bir yapı olup may, could, can, will ve would gibi modal fiillerle kullanılır. Bu modalları samimiyet sıralamasına göre dizdiğimizde samimiden (informal) resmiye (formal) doğru sıralama: can, could, may, will, would şeklinde olacaktır.

  • Can you help me do my homework? (Bu istek, arkadaşımız veya ailemizden birine karşı kullanırken tercih ederiz.)
  • Would you help me do my homework? (Bu istek ise, daha çok mesafeli ortamlarda tercih edilir.)
  • May I go out? (Öğrenci öğretmenine)
  • Could you please tell me how to go to the post-office? (Caddede herhangi birine)
  • Can you turn on the TV? (Anne oğluna)

Would you + doing versus Would you mind If subject + simple past

Would you mind + doing

Yapmamızın sakıncası var mı? veya benim için şunu yapar mısın? anlamındaki cümlelerde tercih edilir.

  • Would you mind leaving us alone?
  • Would you mind turning on the TV?
  • Would you mind giving me a hand?

Bu örneklerde görüldüğü gibi karşımızdaki insandan bizin için bir şey yapmasını çok daha resmi bir şekilde istiyoruz. Yalnız burada dikkat etmemiz gereken şey şudur ki; Yes, diye cevap verildiği takdirde anlam negatif olup isteğimiz kabul görmemiştir. Eğer olumlu cevap verilmek isteniyorsa No, of course please do veya No, not at all gibi yapılar kullanılmalıdır.

  • A: Would you mind fetching some water from the kitchen? B: Yes, of course. I’m busy studying. Do it on your own. (negative meaning)

ya da,

  • A: Would you mind fetching me some water from the kitchen? B: No, of course. I’d be happy to.

Would you mind If subject + simple past

Bu yapıda “Yapmamın sizce bir sakıncası var mı? Yapsam rahatsız olur musunuz?” anlamı vardır. Genellikle “I” öznesi kullanılır ama durum gerektiriyorsa başka özneler de kullanılabilir.

  • Would you mind if I parked my car here?
  • Would you mind if I smoked here?
  • Would you mind if I came later than the usual time for today?
  • Would you mind if my friend attended your lesson now?

8- Giving and Refusing Permission

Permission: Giving permission, asking permission ve refusing permission olarak üçe ayrılır.

Student: Can we give a break now? (asking permission)

Teacher: No, we can’t. (refusing permission) veya Yes, we can. (giving permission)

Bir başka örnek:

  • A: Could we leave our bags here? B: Yes, you could veya No, you can’t.
  • A: May I leave early? B: No, you can’t. ya da You are not allowed to leave early. şekillerinde izin isteyebilir ve reddebiliriz.
  • You are not allowed to walk on the grass.
  • You can’t use his dictionary if you don’t ask him to.

YDS Modals Konu Anlatımı yazımızda, YDS’de sıklıkla çıkan modal fiilleri ele aldık. YDS Modals konusunu örneklerle destekleyerek açıklamaya çalıştık. Umarız ki yazdıklarımızın size yardımı dokunur. Sayfamızın YDS kategorisinden YDS ile ilgili diğer yazılarımıza ulaşabilirsiniz. En kısa zamanda hedeflediğiniz YDS skorunu elde etmeniz dileğiyle…